İlaçlar yaşamsal ve vazgeçilmez maddelerdir. İnsan için en önemli kazanım sağlıklı olmaktır. Sağlığı korumamızda ve hastalıkları tedavi etmede en önemli yardımcımız da ilaçlardır.
Sağlığın devamı için tarih boyunca insanoğlu çok çaba harcamıştır. Bunun için başlangıçta sihirbazlık, büyücülük, dinsel ve mistik yaklaşımlardan medet ummuş.
Ancak yeterli olmadığını görünce bilimin de yardımı ile farklı arayışlara yönelmiş. Bunun sayesinde önce bitkilerden, hayvansal kaynaklardan sonrasında da sentetik ürünlerden İlaç geliştirmiştir.
Bununla da yetinmeyen insanoğlu biyofarmasötik ürünlere yönelmiş. Buna rağmen yetersiz kalınca, başka olanaklar düşünmüş.
Hedefe yönelik ve/veya bireyselleştirilmiş tedavi yolunu zorlamaya başlamıştır.
İlaç bilimi ve eczacılık, Hipokrat ile başlayan devrimini İbni Sina, Galenos ve daha birçok bilim adamı ile sürekli geliştirmiştir.
Zaman içinde diğer bilim dallarının da desteği ile eczacılık bilimi ve hekimlik ayrılmış. Ancak bunların birlikteliğinin vazgeçilmezliği sürekli kabul görmüştür.
Bu arada ilaçların tedavi edici gücü sürekli artmış, ancak beraberinde birçok sorunu da gündeme getirmiştir. Özellikle yan ve advers etkiler, etkileşmeler, yaşlılarda kullanım …vb. gibi.
Bunların yönetimi ve izlenmesi daha fazla özel bilgi ve bunu kullanabilme yeteneği gerektirmiştir.
Bu gelişmelerle son on yıllarda batılı ülkelerde eczacıların özellikle hastanelerde de daha etkili ve verimli çalışabilmelerini öngören “klinik eczacılık” kavramı benimsenmiş ve uygulamaya geçirilmiştir.
Klinik eczacılık “yatak başında eczacılık uygulaması” olarak tanımlanmaktadır. Grekçe “klinos” aslında “hasta yatağı” anlamına gelir.
Tarihsel olarak ilaçlar, eczacılığın ana odağı olmuştur. Tedavide ilaçların yararlı olmasına bir çok bilim dalı önemli katkılar sağlamıştır.
Farmasötik teknolojiden farmakolojiye, toksikolojiye, farmakokinetikten tıp bilimlerine ……. kadar.
Bu gelişmelerle artan bilgi birikimi ve deneyimin, klinik eczacılığın doğmasında önemli katkıları olmuştur. Böylece bu odak ilacı kullanan hastaya kaymıştır.
Klinik eczacılık uygulaması tüm eczacılık bilgilerinin yanında tıbbi bilgilerin de koordine bir şekilde kullanılmasını gerektirir.
Bu bilgilerin sistematik ve koordineli bir şekilde kullanılması iledir ki hastanın tedavisinin en üst düzeyde yapılmasına olası olmuştur.
Bu bağlamda klinik eczacılık, eczacının her türlü bilgisini hastane ortamında hekim ile iş birliği yaparak hasta yararına kullandığı bir bilim dalı olarak gelişmiştir.
Bu gelişmeler ile eczacı, her yönü ile, ilacı en iyi bilen bir kişi olarak, hekimlerin günlük ilaç uygulamalarındaki en önemli danışmanı olarak kabul edilmiştir.
Diğer bir deyişle klinik eczacılık uygulamaları böylece, hastayı merkeze alarak, diğer sağlık ekipleri ile iş birliği içinde, sağlık ürünlerinin kullanımında etkililik, güvenlilik, uygunluk ve verimlilik ile bakım kalitesi konularında hastaya ve dolayısı ile topluma da katkıda bulunur.
Aslında klinik eczacılığın benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biri de hastalarda tedavi sırasında oluşan olumsuzluklardır.
Sayıları ve farklılıkları sürekli artan ilaçların özelliklerinin ayrıntıları ile bilinmesinin zorlaştığı günümüzde, hekimlerin günlük ilaç uygulamalarını kendisine danışmanlık verecek klinik eczacılarla birlikte yapmasının yararı, her geçen gün bütün çevrelerce daha fazla kabul görmektedir.
Klinik eczacılık uygulamalarının daha iyi anlaşılabilmesi, bir miktar eczacılık tarihini de gözden geçirmeyi gerektirir. Biz burada sadece birkaç önemli gelişmeye dikkat çekmeye çalışacağız.
Aslında eczacılık tarihi insanın var oluşu ile gündeme gelmiştir.
Eczacıyı, hastalıkları tedavi etmek için gerekli ilaçları hazırlayan kişi olarak tarif edersek, bugünün eczacısına gelinceye kadar bu eczacılık görevini önce, bireylerin kendisinin içgüdüsel olarak ve sonrasında da çok değişik kesimlerin üstlendiğini görebiliriz. Bunlar arasında büyücüler, din adamları, tıp insanları …… sayılabilir.
Başlangıçta birçok bilim dalında olduğu gibi eczacılığın da gelişmesinde sonradan ayrı birer bilim dalı olarak gelişecek birçok disiplinin önemli katkıları olduğu bilinir.
Bunlar içinde kimya, fizik, biyolojiden tıbba kadar birçok bilim dalı sayılabilir.
Bunlardan tıp ve eczacılığın başlangıçta ve uzunca bir süre hekimlik sanatı içinde gelişmesini izliyoruz. Bu uygulamanın zamanın ölçülerine göre bilimsel yaklaşım ile ilk kez ele alınması Hipokrat ile başlar.
Sonrasında Dioscorides, Galenos ve benzerleri ile, bu alanda önemli gelişmeler yaşanır.
İslamiyetin yayılması sırasında Avrupa’nın ortaçağ karanlığına bürünmesi islam bilginlerini ön plana çıkarır. Bunlar arasında İbni Sina, Biruni, İbni Baytar …. gibi bilginlerin tıp ve eczacılık alanında önemli katkıları olduğu görülür.
Hekimlik ve eczacılık mesleklerinin ayrılması düşüncesinin fitilini 1241 yılında Alman İmparatoru ll. Frederic ateşlemiş ve sonrasında bazı ülkeler bunu kabullenmiştir.
1521 yılında Paraselsus İsviçre Basel kentinde tıp ve eczacılık’da büyük atılımlar gerçekleştirmiştir.
Paraselsus’un İsviçre Basel kentinde verdiği derslerde, bilimin gözlem yanında deney ile desteklenmesi gerektiğini ısrarla savunması sonrasında, bütün bilimler gibi tıp ve eczacılık da büyük atılımlar gerçekleştirmiştir.
25 Nisan 1777 tarihinde Fransa’da ilk “Eczacılık Okulu”nun açılması ile ustaların yanında yapılan pratik eczacılık eğitimi son bulmuş ve eczacılıkta toplu eğitime geçilmiştir.
Osmanlılar’da ise eczacılığın uzunca bir süre, ta ki1835 yılında, Sultan II. Mahmut zamanında Viyana’dan gelen Eczacı Antoine Hoffman’a kadar, sarayda ikamet eden Hekimbaşı tarafından üstlenildiğini görüyoruz.
Osmanlı’da ilk eczacılık okulunun açılması 14 Mayıs 1839 da Tıp okulu olan Mektebi Tıbbiye-i Adliye- i Şahane içinde bir eczacı sınıfının açılması ile gerçekleşmiş ve sonrasında eczacılar özerk bir şekilde mesleklerini icra etmişlerdir.
Cumhuriyet sonrası Eczacılık 1926 yılında Beyazıt’da eczacılık mektebi, 1960 yılında Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ve diğerleri şeklinde gelişmesini sürdürmüştür.
Buralardan yetişen eczacılar, özellikle sentetik ilaçların geliştiği ve arttığı 1970’li yıllara kadar eczanelerinde majistral veya offisinal ilaç dediğimiz doktorun reçetesine yazdığı formülasyonları önerilen farmasötik şekillerde hazırlayarak mesleklerini icra etmişlerdir.
Gelişen İlaç endüstrisi eczacının geleneksel işlevlerini azaltmış ve çalışma alanları daralan eczacıları farklı arayışlara yöneltmiştir.
Günümüzde eczacıların büyük bölümü yine de eczane açarak eczane işletmeciliği; geriye kalanlar İlaç sanayiinde imalatta, tanıtım, pazarlama, kalite yönetimi ve AR-GE’de; kamu ve özel hastanelerde eczacı (hastane eczacılığı), TİTCK ve SGK gibi kamu kurumlarında memur(uzman) veya eğitim kurumlarında kariyer mensubu olarak görev yapmaktadır.
Batılı ülkelerde ise, bu derece zorlu bir eğitimden geçen bu meslek grubunun çok daha yararlı olabileceği yeni alanlar öngörülmüş ve bunlar yaşama geçirilmiştir.
Gerçekten de eczanede hap (pilül) yapma ile başlayan eczacılık mesleği uygulaması, bugün geldiği konumla birçok sağlık alanı içinde etkili ve önemli bir iş kolu olduğunu kanıtlamıştır.
Bunlardan bizim ülkemizde de yavaş yavaş gündeme gelen, Fitofarmasi ve Klinik Eczacılık dalları önem kazanmaya başlamıştır.
Fitofarmasi uzmanı Fitoterapi yapabilir. Ama kendisi fitoterapist (bitkisel ilaçlar ile tedavi eden) olarak tanımlanamaz. Tedavi kararı ancak bir tanı konduktan sonra söz konusu olabilir. Bu tanı da ancak bir hekim tarafından konabilir. Sonrasında fitofarmasi uzmanı, hekimin direktifi doğrultusunda Fitoterapi yapabilir.
Aynı yaklaşımı farmakoterapi adı altında klinik eczacılık uygulamasında da göreceğiz.
Fitofarmasi, insanın sağlığını koruyan, hastalığını önleyen, hastanın bitkisel ilaç tedavisini en uygun şekilde düzenleyen ve iyileşmesini sağlayan kişi olarak, tedavide kullanılan bitkisel ürünlerde kalitenin, etkililiğinin ve güvenliliğinin kontrol altına alınmasını sağlayan ve bunların eczacı tarafından sunulduğu bir eczacılık uzmanlık alanıdır.
Lisans eğitimi sürecinde teorik ve uygulamalı olarak alınan zorunlu Farmasötik Botanik ve Farmakognozi dersleri fitofarmasinin temelini oluşturur.
Farmasötik Botanik ve Farmakognozi, en kısa tanımıyla doğal kaynaklı ilaç hammaddelerini her yönüyle inceleyen ve geleneksel tedavi şekilleri olarak kullanan bilim dallarıdır.
Bitkisel kaynakların tanımından kimyasına, etkilerinden üretimine kadar çok geniş bir alanı kapsayan bu dallar, bugün, Eczacılık eğitiminin temel alanlarından birini oluşturmaktadır.
Klinik Eczacılık ilaçların hasta başında, akılcı ve uygun kullanımını sağlama, geliştirme ve yayma etkinliklerini ve hizmetlerini tanımlayan sağlık uzmanlığıdır.
Klinik eczacı olabilmenin koşullarından biri, iyi bir eczacılık eğitimin yanı sıra güncel farmakoterapi ve tıbbi bilgilerin de yer aldığı hasta odaklı ve uzun süreli klinik stajları barındıran bir eğitimden geçmektir.
Klinik eczacıların, adı geçen bu rutin görevleriyle uzun yıllardır hasta sağlığına ve sağlık ekonomisine önemli katkıları olduğunu gösteren çok sayıda çalışma vardır.
Bu çalışmaların çoğunda klinik eczacıların en uygun ilacı önererek, terapötik ilaç izlemi yaparak, ilaç reaksiyonlarını önleyerek ve hasta eğitimi ile hasta uyuncunu artırarak, olası ilaç kaynaklı sorunları önlediği ve başta hekimler olmak üzere diğer sağlık personeline ilaçlar konusunda önemli bilimsel destek sağladığı gösterilmiştir.
Klinik Eczacılık, hastaların yaşam kalitesi ve tedavi sonuçlarını iyileştirmek için, ilaç tedavisini en uygun şekilde düzenleyen, iyileşmeyi sağlayan, ilaç tedavisinin değerlendirilmesi ile hasta ve sağlık personeline önerilerde bulunan, ilaçların güvenli, akılcı ve uygun kullanımı üzerinde çalışmalar yapan bilim dalıdır.
Bunun tanımı ilk olarak “Klinik eczacılık, hastaların tedavisinde kullanılacak ilaçların etkililiğini, güvenliliğini, güvenilirliğini ve ekonomisini artırmak amacıyla eczacının farmasötik ve biyomedikal bilgisinin yorumunun optimal kullanımıdır,” şeklinde 1961 yılında yapılmıştır.
Bugün “Belli bir hasta için ilaçların kullanım güvenliliğini ve doktor tarafından tanımlanan ve oluşturulan, kesin ve etkili tedavi edici stratejiyi uygulama ve sürdürme sorumluluğudur”, şekline dönüşmüştür.
Bu disiplinin gelişmesinde bazı önemli kilometre taşları şöyle özetlenebilir:
Klinik eczacılığın amacı farmakolojik etkinliği ve tedavi güvenliliğini hasta düzeyinde güçlendirmektir.
Özellikle Amerika’da yapılan araştırmalar ilaçların doğru reçetelenmemesi ve kullanım hataları gibi yanlışların birçok insanın gereksiz yere hastaneye yatmasına ve hatta ölümlerine neden olduğunu göstermiştir.
Bunlara göre toplam hastaneye yatışların % 5’ini advers etkiler oluşturmaktadır.
Diğer taraftan İlaç tedavisine tabi tutulan hastaların % 28’inde yan etkiler görülmektedir.
Ek olarak hastaların % 25-59’u ilaçları önerildiği şekilde kullanmamaktadır.
Ayrıca ilginç bir şekilde, yazılan reçetelerin % 18’inde yanlışlar, parenteral yol ile kullanımı önerilen ilaçların % 21’inde uygulama yanlışlıkları belirlenmiştir.
Bu arada Eczacıların yakınmaları ve hoşnutsuzlukları da önemli kilometre taşlarını oluşturur.
1980’li yıllardan itibaren özellikle eczacılık öğrencileri, eczacıların mesleki sorumluluklarını kaybederek, hazır ilacı raftan alarak hastaya veren bir tezgahtar olarak mesleklerini sürdürdüklerini ve hastada ilaç etkileri ile ilgili bilgilerini yeterli kullanamadıklarını öne sürmeye başlamışlardır.
Buna ek olarak eczacılık eğitiminde çok değerli öğretim üyeleri olmasına karşın, bunların sadece araştırma ile ilgili olduklarını ve gerçek yaşam ve hasta ile ilgili bilgilerinin yetersiz kaldığını, öne sürmüşlerdir.
Günlük sağlık bakımında sürekli olarak artan yukarıda bildirilen gözlemlere karşılık eczacılık eğitiminde, buna çözüm olabilecek teorik ve pratik uygulamaların bulunmaması sürekli gündemde tutulmuştur.
Bunların dışında klinik eczacılık konusunda İngiltere’de büyük çabalar harcanmıştır.
1986 yılında eczacılık uygulamalarının gelecekteki konumu özellikle tartışılmaya başlanmış ve 1986 Nuffield raporunda ilk kez klinik eczacılık kavramı dillendirilmiştir.
Nuffield’in İngiltere’de halk sağlığının devamı ve iyileştirilmesi konusunda çaba harcayan bağımsız bir düşünce kuruluşu olduğunu da belirtmek isterim.
Burada Prof. Dr. Levent Üstünes’in editörlüğünde İngilizceden çevirisi yapılan ve Türk Eczacıları Birliği tarafından yayınlanan “Hastane Eczacılığı” kitabının da bu bilim dalının tarihçesi çerçevesinde okunması gerektiğini de özellikle duyurmak isterim.
Bu tartışmalar ve yakınmalar sonuçta karşılık bulmuş ve esas olarak aşağıdaki görevleri üstlenecek klinik eczacılık disiplininin kurulmasını doğurmuştur:
Klinik eczacılığın kurulmasının kabulü sonrası aşağıda özetlenen öğretim programı da oluşturulmuştur:
Zaman içinde klinik eczacının görevleri slogan haline dönüştürülmüştür:
Bu anlamda, ilacın hasta tarafından verimli bir şekilde kullanılmasını amaçlayan klinik eczacılık, ilaçla ilgili temel bilgilerden yararlanarak onu bir hasta bakımı yaklaşımı içinde içselleştirmeyi amaçlamaktadır. Eczacı, burada kalite güvencesi kavramını da içselleştirmiştir.
Kalite güvencesi bir ürünün kullanılmasında veya hizmetin verilmesinde standartların belirlenmesi ve bunların uygulamada izlenmesi ve denetlenmesidir.
Bu çerçevede “Klinik eczacı, belirli bir hasta için reçeteyi yazan hekim tarafından tanımlanan ilaç tedavisi stratejisinin verimli bir şekilde uygulanmasının kalite güvence sorumlusudur”.
Üretim veya hizmetin kalite standartlarına ve kurallarına uygun yapılması, aslında kalite güvencesinin teminatını oluşturmaktadır.
Klinik eczacılıktan farklı bir kavram olduğu sanılan farmasötik bakımın aslında 1976 yılından bu yana klinik eczacılık eğitimi ile kazanılan bilgi ve becerilerin, farmasötik hizmet olarak hastaya sunumunu kolaylaştırmak amacıyla geliştirilmiş bir kavram olduğunu görüyoruz.
Bir başka deyişle klinik eczacı farmasötik bakım sayesinde, hastaya doğrudan yararlı olabilmek ve yaşam kalitesini artırmak için sorumluluk üstlenmiş olmaktadır.
Ülkemizde ilk olarak 1991 yılında Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde açılan Klinik Farmasi Yüksek Lisans Programı ile Ülkemiz, bu Bilim Dalı ile tanışmıştır.
Sonrasında aynı programları Ankara ve Hacettepe Üniversiteleri Eczacılık Fakülteleri de açarak bu bilim dalının gündem oluşturmasına katkı sağlamışlardır.
1995 yılında Marmara Üniversitesi, Farmakoloji Ana Bilim Dalı’na bağlı olarak Klinik Eczacılık Bilim Dalı kurulmuştur. Lisans öğrencilerine yönelik ilk dersler 1996-1999 yılları arasında haftada bir saat “Klinik Farmasi” adı altında Prof. Dr. Fikret Vehbi İzzettin tarafından verilmiştir.
1999-2000 Eğitim-Öğretim Yılından itibaren adı Klinik Eczacılık olarak değiştirilmiş olup müfredata eklenmiştir.
Klinik Eczacılık Bilim Dalı Yüksek Öğretim Kurumunun 23 Haziran 2013 tarihli toplantısında Ana Bilim Dalı olarak tanınmıştır.
Esas olarak bu tarihten itibaren gelişmeye başlayan klinik eczacılık, şu anda bir çok eczacılık fakültesinde açılan lisansüstü programlar ile uzmanlık şeklinde gelişmesini sürdürmektedir.
Bu çerçevede önce:
ECZACILIKTA UZMANLIK EĞİTİMİ YÖNETMELİĞİ
Resmî Gazete Tarihi: 21.10.2016 Resmî Gazete Sayısı: 29864
Sonrasında:
Sağlık Bakanlığı ECZACILIKTA UZMANLIK KURULU
MÜFREDAT OLUŞTURMA VE STANDART BELİRLEME SİSTEMİ
(EUKMOS)
KLİNİK ECZACILIK Uzmanlık Eğitimi Çekirdek Müfredatı
07/02/2018 v.1.2
oluşturulmuştur.
Bu içerikle eğitim alan Klinik Eczacılar, tıbbın hemen her disiplini ile ilişkili hastalıklarda farmasötik bakım hizmeti sunduklarından tüm sağlık çalışanları ve uzmanlık alanları ile yakın bir işbirliğinde bulunmaya başlamışlardır.
En sık işbirliği yaptığı alanlar;
İç Hastalıkları, Tıbbi Onkoloji, Hematoloji, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji, Romatoloji, Nefroloji, Gastroenteroloji, İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları, Genel Cerrahi, Nöroloji, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Kardiyoloji, Neonatoloji, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Geriatri, Yoğun Bakım Üniteleri, Klinik Nütrisyon, Kemik İliği ve Organ Nakli Üniteleridir.
Bu çerçevede toplumun da, bu bilim dalının ne kadar önemli ve yararlı olduğu konusunda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesinin de ayrı bir öneme sahip olacağı kabul edilmeli ve bu yönde çaba harcanmalıdır.
Bir disiplinin doğması, gelişmesi ve yaşayabilmesi onun Akademik bir anlayışla eğitiminin Üniversitede sürdürülmesi ile olasıdır.
Ancak bu anlayış, araştırma ile desteklenen yeni bilgi birikimi ve deneyimin elde edilmesine ve bunun öğretim yolu ile aktarılmasına olanak sağlar. Böylece bu bilim dalının gelişmesine öncülük etmiş ve katkı vermiş olur.
Bir bilimin tanımında, araştırma ile desteklenmiyorsa öğretmekten bahsedilemez.
Bir mesleğin gelişimi ancak kanıt düzeylerine, metodolojilere dayanan ve bunlarla elde edilen nesnel bulgular ile sağlanabilir. Bu nedenle akademik araştırma merkezi olan bir üniversite, mesleğin gelişim ve araştırma projelerini desteklemelidir.
İstanbul Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin misyon ve vizyonu da bu yöndedir.
Klinik eczacılık meslek eğitiminin uygulama stajları ile desteklenmesi, teorik bilgilerin ilgili uygulama alanlarını kullanarak kalıcı olmasına ve fakat yeni olgularla karşılaşılması nedeni ile de gelişmesine olanak verecektir.
Bu bilim dalının geliştirilmesinde bilgiişlem teknolojilerinin de önemli katkısı olmuştur.
Hazır bilgi ve veri tabanı oluşturulması, tedavide öngörsel programların uygulamaya sokulması ve benzeri alanlardaki yaklaşımları ile bu mesleğin gelişmesinde önemli katkıları olmaktadır.
Bir disiplinin eğitiminde en az teorik dersler kadar hatta bazı alanlarda daha fazlası, uygulamalar ile öğrenilir. Klinik eczacılık eğitiminde uygulamalar gerçekten çok önemlidir.
Nasıl ki tıpta hastalık değil hasta vardır, sözü geçerli ise aynı durum klinik eczacılık için de geçerlidir.
Bilgi birikimi kadar deneyimin de önemli olduğu gerçeği, tıp için geçerli olduğu kadar klinik eczacılık için de geçerlidir.
Diğer bir deyişle tıpda olduğu şekilde klinik eczacılıkta da usta çırak ilişkisi önem taşır. Bu nedenle klinik eczacılık eğitiminde uygulamalar hastane ortamında stajlar adı altında gerçekleştirilir.
Staj eğitim programı, stajyerin oynaması istenen potansiyel rolünü öngörebilmesi için klinik faaliyetin farklı yönlerini içermelidir.
Stajyerin, hizmetlerdeki ve özellikle doktor ziyaretleri sırasındaki davranışını, benzer durumlarda gelecekteki davranışını da şekillendireceği için, bu deneyimini olabildiğince yapıcı ve kalıcı hale getirmesi gerekir.
Stajyerlerin stajdan en üst düzeyde yararlanabilmesi ve etkin rol üstlenebilmesi için, her bir hekim izleme ziyaretini, şu şekilde hazırlamaları uygun olacaktır.
Ziyaretlere daha etkin katılabilmeleri için, stajyerlere her ziyarette hastaları ve sorulan soruları içeren bir liste yapmaları önerilir.
Bu uygulamanın amacı üç yönlüdür:
Etik, ahlak bilimidir veya ahlaki felsefedir. Ahlaktan farklı olarak o meslek ile ilgili davranış kurallarının evrensel temelli kabul edilmiş, yazılı veya yazılı olmayan ilkeler, mesleğin etiğini oluşturur.
Yerleşmiş ve geçerliliği doğrulanmış etik ilkeler zaman içinde yasal çerçeve içine alınır.
Bu nedenle hukuk kuralları ile etik kuralların farklı olduğu düşünülür. Aslında hukuk kuralları yasal zorunluluklar olmasına karşın, etik kurallar sadece uyulması istenen evrensel mesleki ahlak kurallarıdır. Yani etik ve hukuk birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır. Tek farkla hukuk yaptırıma tabidir, etik ise vicdan ve utanma muhasebesinin yapılmasını gerektirir.
Etik ile Ahlak(Moral) arasındaki fark:
Deontoloji ise daha çok meslek mensupları arasındaki davranış kurallarının çerçevesini oluşturur.
Klinik Eczacılar meslektaşları, diğer sağlık meslek mensupları, hastalar ve halkla ilişkilerinde mesleki etiğin ve deontolojinin önemini benimsemelidir.
Hasta hakları da mesleksel etik çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Aslında klinik eczacılıkta, hastada ilaç tedavisinin optimal sonuçlarına ulaşmak için, gerçek bir ‘ilaç / hasta’ yaklaşımı anlayışının benimsenmesi gereklidir. Yani bu ikilinin birbirinin ayrılmaz parçası olduğu kabul edilmelidir.
Diğer bir deyişle hasta varsa, ilaç, o hasta düzeyinde; ilaç varsa, o hasta, düzeyinde değerlendirilmelidir.
Bu durumda ilaç ile ilgili eczacılık bilimleri yanında, tıp bilimlerinden ve çok disiplinli bilimlerden de en üst düzeyde yararlanılmalıdır:
Farmasötik Botanik
Farmakognozi
Farmasötik Kimya
Farmasötik Teknoloji
Farmasötik Toksikoloji
Farmakoloji
Anatomi
Fizyoloji
Tıbbi Biyokimya
Tıbbi Genetik
Fizyopatoloji
Farmakoterapi
Farmakoepidemiyoloji
Farmakovijilans
Farmakoekonomi
Klinik eczacının görevleri belirlenmiştir:
Hastaneye yatış nedeni: Tanısı
Laboratuvar bulguları: Biyokimya, mikrobiyoloji, radyoloji, genetik ……..
Geçmişi: Ek patoloji var mı?
Aşırı duyarlılık, allerji ………
Aile öyküsü
Önceki ve olası tedaviler, yan etkiler
İlacın kullanımı ve yan etkileri konusunda hastanın bilgi düzeyi
Bu yaklaşım, hastanın profilinin oluşturulmasına izin verir.
Alerjik olasılık
Vücutta birikme olasılığı
Direnç geliştirme olasılığı
Renal, hepatik, işitsel, görsel toksisite vb.
Teratojenik etkiler
½ ömrü ve etkinin başlaması için gereken süre
Metabolizma ve itrah yolu ve hızı l (Komorbidite, böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri, kanama testleri, genetik polimorfizm ….)
Kullanılacak ilacın farmasötik formülasyon içeriğini, stabilite (saklanabilme), kompatibilite(geçimlilik) özelliklerini bilmek
İlacın hedef hücresi, organı veya sistemi ve etki mekanizması.
2) Reçeteyi kontrol etmek
İlacın yararı kabul edilebilir mi?
Reçete edilen ilaç uygun mu? (endikasyon, kontrendikasyon)
Hasta 1. dozu ne zaman almalıdır?
Bunu hesaplamanın en iyi yolu nedir (ağırlık, vücut yüzey alanı veya semptomların şiddeti?)
Reçete edilen doz çok mu düşük, yoksa çok mu yüksek?
İdeal doz nedir? (terapötik İlaç izlemine gerek var mı?)
Uygulama yolu seçimi mantıklı mı? (ağız yolu-yutma? mide yakınması…)
Seyreltme sıvıları ile bir uyumsuzluk sorunu var mı ? (inkompatibilite)
Tedavi sırasında uygulama yolu değiştirilmeli mi?
Tedavi süresi belli mi?
Hastaya özel talimatlar verilmeli mi (bulantı durumunda ara verilmesi, belirli belirtiler sırasında kullanılması vb.)?
3) Tedaviyi denetlemek
Ürünün etkililiğini ne zaman anlayabiliriz ve bu yargı için nesnel ve öznel kriterler nelerdir?
4) Hastayı eğitmek ve sağlık personelini bilgilendirmek
Klinik eczacı, daha önce gördüğümüz gibi, hastanın ilaç bilgisini test etmeli ve reçeteli ilacın kötüye kullanılması durumunda maruz kalacağı tehlikeler ve ilaç etkileşiminin tehlikeleri konusunda onu uyarmalıdır.
* b) Sürecin değerlendirilmesi
Klinik gelişme ve tedaviye uyum? Tedavi hedefleri ve beklentiler elde edildi mi? yanıtı aranmalı. Yatışı sonlandırma, ayaktan tedavi ve izlem planlaması yapılmalı ve hasta bilgilendirilmelidir.
Klinik eczacı, hem doktorlara hem de hemşireler dahil sağlık personeline de bilgi sağlamaktan sorumlu olduğunu bilmelidir.
Onlara yeni moleküller, yan etkiler, fizikokimyasal, gıda veya ilaç etkileşimleri vb. ile ilgili tüm verileri sağlamalıdır.
Ekip içinde yazılı ve sözlü iletişim olanaklarını en üst düzeyde ve deontoloji kuralları içinde kullanabilmelidir.
Son zamanlarda pozitif bilimlerin baskısı ile doğal olarak çok popüler olan”kanıta dayalı tıp” yaklaşımının gelişmesi ve yaygınlaşması yanında tıbbın “bireyselleştirilmesi”nde de klinik eczacılık önemli roller üstlenmiştir.
Bugün gelinen noktada klinik eczacılık, “hastanın ilaç yönetiminin güvenliliğini öncelikli olarak” ele alması sayesinde hastane enfeksiyonlarından 3 ila 4 kez daha fazla görülen iyatrojenisite ve ilaç yan etkilerinin önemli oranda azalmasına ve hastanın tedaviye uyuncunun artmasına çok yardımcı olmuştur.
Sonuç olarak, hastanın tedavi edilmesinde ve sonrasında gösterdiği performans ile Klinik Eczacılığın prestiji her geçen gün daha belirginleşmekte ve vazgeçilmezliği perçinlenmektedir.
Bu saygınlığın oluşmasında eczacının, kliniklerde diğer sağlık çalışanları ile uygun iletişim teknikleri sayesinde, uyum içinde iyi bir ekip oluşturmasının rolü yadsınamaz.